Suruçlu
Aziz Yakup, 451 yılında dünyaya gelmiş ve Süryânilerin en yetenekli
şairlerinden biri olarak kabul edilir. Kendine has bir şiir ölçüsü geliştirmiş
ve bu ölçü onun adıyla anılır. Onikinci yüzyıl Süryâni Metropoliti Bar
Hebraeus, Yakup'un 760 kasidenin yazarı olduğunu belirtmiştir. Bu şiirler on
iki heceli ölçü ile kaleme alınmıştır. Bugüne kadar Yakup'a ait ve parşömen
üzerine yazılı 400 kadar şiir günümüze ulaşmıştır.
Şair-filozof
Bar Madeni, Suruçlu Aziz Yakup'u şu şekilde tarif eder: "Aziz Afram'dan
sonra ilmi şiir konusunda öne çıkan ikinci şairimiz olan Suruçlu Aziz Yakup, ahlak ve
inziva konularında etkileyici kasideleri ve Vaazlarıyla bizi büyüler. Onun
zarif bahçesine adım attığınızda ve derin denizinde yüzmeye başladığınızda,
sanki saf
Bir
ruh haline bürünüp, meleklerle birlikte uçtuğunuzu ve ebedi gerçeklik
kahramanlarıyla yan yana olduğunuzu hayal edersiniz."
Süryâni
şiirinde Suruçlu Aziz Yakup'un adıyla anılan ölçü, 12 heceli bir temele
dayanır. Bu ölçüdeki dizeler, giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinde dört heceli
üç unsurdan oluşur. Suruçlu Aziz Yakup, şiirlerini her zaman bu ölçüye göre
yazdığı için, 12 hece onunla özdeşleşmiştir. Sonraki şairler de eserlerini bu
ölçüye göre bestelediler. Arapçadaki munseriğ, reciz ve hafif gibi ölçüler, bu
12 hece sistemine uyum sağlar.
O
dönemin sanat ve edebiyat ortamını anlatan Suruçlu Yakup, şöyle yazar: “Dans,
spor ve müzik; sahte masallar; zihni bulandıran öğretiler; gerçeklikten uzak
şiirler; rahatsız edici sesler; çocukları cezbedecek melodiler; düzenli ve
etkileyici şarkılar; usta bir şekilde bestelenmiş ilahi şarkılar; Grekler
tarafından tasarlanmış anlamsız ilahiler... Tüm bunlar, o dönemin tiyatrosunun
meyveleridir.”
Işığın Peşinde: Âşık Bir Mutasavvıfın Yol Hikâyeleri
Sevgi altın gibidir, ama inanç inci gibidir....... nereden geldin
ey inci?.........Sen ışığın gizlerinden daha iyisin......... Tüccarların
istediği sensin, seni arayıp bulana kadar tatmin olamazlar........
Değerli taş cevaplar, "ben ışığın kızıyım; benim içimde onun
görüntüsü şekillenmiştir. Yüksekliği terk edip, uçurumun (Abis) derinliğine
inmişim ve onunla temas etmişim. Gök kubbenin nesiyim; büyük döl yatağında
doğmuşum. Benden önce şimşekler çaktı, gök gürültüsü benim yoldaşımdır,
bulutlar alanları içinde beni korudular ve rüzgar taşıyarak beni getirdi,
ışığın buğuları içinde örtüldüm. Babamın evinden aşağı indim, deniz benimle
karşılaşmayı çok istiyordu ve beni kabul etti, içinde derinden kucakladı beni.
Suda yıkandım ve benim güzelliğim bozulmamıştı, karanlık rahim bana delik açtı
ve parlaklığım örtülmedi."
*II.
Mektup*
(Aziz Yakup tarafından Edessalı
Paulus’a gönderilmiştir)
*“Güzelliğiniz
eziyet görmemiş olsaydı, o güzellik ortaya çıkmayacaktı ve büyük onurunuz
kırılmamış olsaydı siz, siz olmayacaktınız... Şimdi benim efendim bütün
topraklarda haz duyuluyor ve küçük bir cemaat memnundu, çünkü cemaatin başı,
cemaatine geri dönüyordu ve tüm kiliseler meşale ışığıyla parlıyordu ve
ilâhilerle ruhani bir hava estiriyorlardı. Ve cemaatin tümü bütün kalpleriyle
iman eden imparatorun ve senin kudsiyetine dua ediyorlar... Edessalı papaz
sayesinde bizim imparatorun inancı dünyada bir güneş gibi doğması münasiptir.
İsa’nın ilk nişanlandığı şehir Edessa, her zaman faziletle dolu en büyük olması
münasiptir.”
Şiirinden bir örnek:
Bir bebeğin yaşayabilmesi için,
Onu emziren kişiye ihtiyacı vardır
Dünyanın da ayakta kalabilmesi için,
Onu yaratana ihtiyacı vardır.
Eğer bir anne, bebeğini doğurduktan sonra
Onu terk edecekse,
Ondan doğmamış olsaydı
Onun için daha iyi olurdu.
Dünyanın yaratıcısı, dünyayı yarattıktan sonra,
Onu terk edecekse,
Onu başlangıçtan beri yaratmasaydı daha iyiydi.
Ne yaratıcı dünyayı,
Ne de anne çocuğunu bırakacaktır.
Eğer dünya yaratıcıyı unutacak olsa bile,
O, onu unutmayacaktır.